Müslümanlar 30 yıl gibi kısa bir sürede, Bizans, Sasani, Mısır gibi, binlerce yıllık köklü medeniyet geçmişi olan coğrafyaları fethetti. Bu fethedilen yerlerde,; köklü felsefe, bilim, hukuk, askeri, bürokratik geleneklerle karşılaşan Müslümanlar, çok ciddi kültürel bir meydan okumayla karşı karşıya olduklarını fark ettiler.
Medeniyet havzasının taşrasında bulunan ve ümmi bir gelenekten gelen Müslümanların elinde Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyyenin dışında bir şey yoktu. Müslümanlar ilk karşılaşmanın şokunu kısa bir sürede atıp, vakıayı anlamaya, ardından ellerindeki temel kaynakların ışığından bu kadim öğretilere kendi cevaplarını vermeye başladılar. Kadim felsefe geleneğine karşı kelam, mevcut hukuklarına karşı fıkıh, sapık geleneklerine karşı hadis ilimlerini tahkim ettiler.
Tahkim edilmeye çalışılan her ilim dalı beraberinde bir usûl getirmiştir: Tefsir ilmi Tefsir Usûlünü, Hadis ilmi Hadis Usûlünü, fıkıh ilmi ise Usûl-i Fıkıh’ı kazandırmıştır. İslam geleneği kısa sürede ulaştığı farklı coğrafyalardaki farklı görüşleri, farklı bakış açılarını bu usuller sayesinde bir zenginlik haline getirdi.
Usûl ilimleri ihtilafın tabiiliğini ortaya koyduğu için lüzumsuz dini tartışmaları azalttı ve vahdeti sağlayan bir ilim dalı oldu. Bu sebeple doğru bir usûle sahip olmak hem din gayreti adına her türlü aşırılıktan, hem de çağdaşlık ve akılcılık adına dini bozacak modernist bakış açılarına karşı bizi koruyacak bir kalkan olma vazifesini hakkıyla görecektir.
Bugün dini doğru anlama usûlümüzü kaybettiğimiz için, İslâm’ın deliller sistemini, değerler sistemini, öncelikler fıkhını ve aklî-nakil ilişkisini sağlıklı kuramıyoruz. İslâm’ın temel bilgi ve amel kaynakları çok açık olduğu halde; on beş asır sonra yapay parçalanmışlıklar üretilmesi, Kur’ân İslâmı, Sünnet İslâmı, Hadis İslâmı diye İslâm’ın tasnif edilmesi, hatta Allah ve Resûlünün karşı karşıya getirilmesi, usûl eksikliğindendir.
Kültürü din haline getiren neoselefilik ile dini/vahyi, kültürün ürünü olarak okuyan modernizm/tarihselcilik gibi usûl dışı arayışlar, icmayı, kıyası, maslahatı, istihsanı, sedd-i zerîayı, makâsıdı unutma gafleti, usûl yokluğunu göstermektedir.
Kur’ ân ve sünnetin anlaşılmasında, ayetlerin ve hadislerin yorumlanmasında daima usûl kurallarından yararlanılmıştır. Dolayısıyla Müslümanların ortak referans çerçevesi haline gelen usûl kurallarından onay almayan bir değerlendirme meşru kabul edilmemiştir.
Tüm anlattığımız bu hususlar muvacehesinde öğrencilerimizin
a. Sahih bir din algısına sahip olmaları
b. Temel kaynaklarımız ve çok zengin geleneğimizden sıhhatli bir şekilde istifade etmeleri
c. İfrat ve tefrit seviyelerindeki aşırılıklara karşı mücehhez hale gelmeleri
d. Temel kaynaklarımızı doğru anlamak ve yorumlamalarını temin etmek üzere
Her biri kendi alanında otorite hocalarımız tarafından
· Fıkıh Usûlü
· Tefsir Usûlü
· Hadis Usûlü derslerini kendi seviyelerine uygun bir müfredat ve kaynak üzerinden vermekteyiz.